Hac -12 Ekim 2012

Home / Hac -12 Ekim 2012

Dünyevi her isteği geride bıraktığımız her müslümanın hayalini süsleyen o şehre gitmek içindi bu sefer tüm hazırlıklarım. Kendimi bildim bileli görmek için can attığım, kutsal topraklara doğru ilk adımım ihram kıyafetimi giymek oldu. İhrama girmek, bu dünyaya ait üstümde başımda ne varsa soyunup ,Hakk’a yönelmek demekti.  6 saat Cidde Hac Havalimanı’nda beklemek  bile güzel bir heyecana dönüşüyordu. İlk defa bir bekleyişten bu kadar memnun kaldığım sorma gereği bile duymadım “neden bekliyoruz ?”diye. İhramın içindeyken madden soyunduklarınız gibi manen de soyunuyorsunuz aslında. Negatif duygulardan arınıyorsunuz. Sinirlenmek, kızmak, küsmek adeta yok olup gidiyor kalbinizden. Külli İrade’ nin ,Cüz-i İrade’ nin sınırlarını sizden saklayan gölge kalkıyor ortadan. Böyle olması gerekiyor ki; böyle oldu! Demeyi öğreniyor kalbiniz. Ben iç dünyamda yolcuğuma duraksamadan devam ederken, bizi kutsal şehir Mekke’ye götürecek otobüse binme zamanı geldi .Otobüsün kapısı açılır açılmaz, ön sıradaki cam kenarını seçtim, tekerimiz kutsal şehre doğru yol almaya başladı…

Lebbeyk Allahümme Lebbeyk 
Lebbeyk La Şekire Lebbeyk

Anlamı, ”Hizmetine geldim. Ey Allah’ım! Hizmetine geldim. Senin ortağın yoktur, hizmetine geldim. Hamd ve nimet senindir. Mülk senindir, ortağın yoktur. “ olan telbiyeyi sesli ve kafiyeli bir tonda okuyarak Mekke sınırına dayandık. Mekke girişinde “only müslim” ( sadece Müslümanların girebileceği bir şehir ) yazan tabelayı görünce heyecanım misli ile arttı. Çünkü artık Peygamberimizin ayak bastığı o şehirdeydim.

Otel önünde Türk Hacıların  kendilerini Kabe’ye götürecek otobüslerini heyecanlı ve mutlu bekleyişlerini gördüm. 10 dakika bile geçmeden odamın anahtarını aldım, odaya bavulumu bıraktığım gibi Kabe otobüsünü bekleyenlerden biri de ben oldum.

Heyecan dorukta, içimden dualar yükseliyor semaya, önce şükür sonra hamd ediyorum Allah’a. “Kabe’yi dünya gözü ile gördüğünüz ilk an çok önemli , edilen dualar kabul görür “dedi hoca efendi tarafından hepimize. Otobüsten indik ve adım adım Kabe’ye hareket başladı. Kalabalık hem de çok kalabalık, herkesin başı öne eğik Kabe’yi ilk görmenin duygusu ile içimden bütün duaları tekrar ediyorum. Bir kaç adım sonra “başınızı kaldırabilirsiniz” dedi hoca, tamamen görebilirsiniz Kabe’yi. Bir taraftan muhteşem bir uğultu geliyor yaklaştıkça Kabe’ye; dualar yakarışlar , haykırışlar hangi dilden olursa olsun anlaşılıyor. Orada dil ,ırk ayrımı yok. İnsanlar güzel, çirkin gibi sıfatlar ile dahi ayrılmıyor. Zıtlıklar ile kendini ifade eden hayatın dili, birliğe kapı açmış. Her şey önemsizleşiyor burada. Aslolanın Hakk’ın insana “Kulum” demesi, Hz. Muhammed’in “Ümmetim”diye bizi sahiplenmesi olduğunun farkına varıyor insan .Duaların ,yakarışların tek sebebi bu. Ne cennet arzusu, ne cehennem korkusu.

Ve ilk bakış. Öyle bir bakış ki; sayesinde gördüklerim insanlık tarihinin en önemli ve kutsal evi. Hz.Adem’den , Hz.İbrahim’e ve son peygamberimiz Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin ve dünyanın kıblesi….

Kefenim ile tavaf etmenin hazzını yaşamak , mutluluğu bu huzurda yeniden keşfetmek ve şükürlerimi sunmak için sabırsızlanıyorum.

Kabe’ye dokunmak , Beytullah’ın kapısına kadar gidip ellerimi açmak her müslümanın yaşamak için hayatını verebileceği duyguları yaşamak.. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı anları tatmak ,gözlerimden yaşların gelmesine neden oldu…

Dünyalık her şeyi unuttum , Arafat’a çıkma vaktine kadar yaklaşık olarak 10 gün boyunca her akşam Kabe’ye giderek sabah namazını kıldıktan sonra geri döndüm. Yorgunluk ,insanın uydurduğu bir kelimeymiş. Onu da burada öğrendim. Kabe’den geri otele dönüşlerim arasındaki mesafe 10 km , bu mesafeyi çoğu zaman yürüyerek kat ettim. Taksi ile dönen hacı arkadaşlardan öğrendiğim kadarı ile Arafat vaktine yaklaştıkça Kabe’ye giden taksiler fiyatlarını 3, 4 katına kadar çıkarıyormuş. Yani bizler ne kadar uhrevi duyguları yaşamaya gayret etsek de hala dünya dünyalığını gösteriyor burada da.

Arafat Günü..

Hacıların Kurban Bayramı’nın arife günü toplandıkları Mekke’nin doğusundaki tepeye Arafat denir. Arife günü veya gecesi Arafat’ta bulunmayan veya Arafat’tan geçmeyen hacı olmaz. Bizler de Arife Gecesi girerken otelden ihramlarımızı bayramlık gibi giyinerek gece 3 gibi yola çıktık. Hedefimiz, güneşin doğuşundan önce Arafat’taki çadırımıza ulaşmaktı.

Ve güneş doğdu ,
Arafat.

Adem Aleyhisselam ile Havva Validemiz Cennet’ten ayrılıp yeryüzüne indirildikten sonra, Arafat’ta buluşmuşlardı. Bu güne “ Arife ” bu yere de “ Arafat ” dendi bu buluşma yüzünden. Peygamber Efendimizin Arife günü vakfeye durduğu ve mübarek hutbesini okuduğu yer ise, Arafat ortalarında “ Nabit ” denilen yüksekçe bir tepe. Bugün ise burası Cebel-ür Rahme” diye biliniyor. Yani “Rahmet Tepesi”.Hocamız bu bilgileri bizim ile paylaşırken bir hadis ekledi belleğimize “Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Arafat’ın hepsi vakfe yeridir. Mina Vadisi’nin hepsi kurban kesilecek yerdir.” Arife günü, Arafat’ın Vadiy-i Urene denilen yerinden başka herhangi bir yerinde öğle ve ikindi namazlarından sonra bir miktar vakfeye durmak şarttır. Vakfe, Arafat’ta bulunmak demektir.”

Arafat’ta olmak vakfe duasına katılmak, hacı olmak demektir. Arafat temizlenme- arınma yeridir, insan öldükten sonra tekrar dirilip dünyada arındığı yerde açacak gözlerini..

Arafat’taki ilk saatlerimizi çadırlarımızda dua ederek geçirdik.

Sonrasında ise güneşin bizleri iyice ısıtması ile çadırdan ayrıldım. Arafat’ı gecenin örtüsünden kurtaran gün yüzü ile görmek nasıl olacaktı? Bu sorunun cevabı çadırın dışındaydı.

Gördüğüm manzara adeta tüylerimi ürpertti. Sanki kıyamet kopmuş, insanoğlu ölümden sonra dirilişi yaşamış ve tüm dünya Arafat’ta toplanmıştı. Beyaz kefenlerini giyinip tekrar dirilen insanlar ,dünya yalanından kurtulmuş, dua ve zikirler ile Allah’a yakarıyorlardı.

Vakfe Duası başlarken yaşanan duygu yoğunluğu içinde gözlerden yaşlar dökülürken, eller dua için açıldı.

Sahiden gün, bugündü. Bugün, dünyanın peşine düşmüş nefsimize söz geçirme günüydü. Bugün şeytanın vesveselerine ‘dur’ deme günüydü. Bugün, Muhammedi bir imanı kuşanma günüydü. Bugün Hz. Muhammed’e muhabbet duyma günüydü .Bugün, varlıkla yokluğu değişme günüydü .Bugün, cehaleti bilgiye değişme günüydü .Bugün, kocaman olan nefsimizi parçalama günüydü .Bugün, gözümüzdeki perdeleri kaldırma günüydü ..Bugün, sevdiklerimizin ayıbını gizleme günüydü. Bugün, mazlumun sesini duyma günüydü ..Bugün, zalimin zulmünü boğma günüydü.

Duanın bitmesi ile her birimiz kefenli hacılar olarak çıktık mahşer alanına, akşam güneş batana kadar Arafat’ta edilen dualar en makbul dualardandı.

Güneşin batması ile artık Kabe’ye doğru yola çıkma vakti geldi. Ertesi sabah sayısı milyonlara ulaşan kardeşlerimiz ile Kabe’de sabah ve bayram namazını kılmaya niyet ederek yola çıktık. Şeytan taşlama işte bu yolda yapılıyor. Büyük , orta ve küçük şeytanı taşlarken farklı bir duygular eşliğinde taşlar atılıyor.

Şeytan taşlama mahâlli, düşünce, amel ve niyetlerdeki bütün negatif değerleri temizleme; mal, makam, mevki ve şöhret tutkularından kurtulma yeri. Şeytan taşlama ,İnsanları günahlara düşürmeye çalışan ve bu yolda sürekli çaba harcayan şeytana karşı bir tür tepkinin, ona karşı direnmenin sembolik bir ifadesidir. Yani, O’nu taşlamak bir çeşit karşı eylemdir. Çünkü O’nun saptırma planları, eylemleri o zamana mahsus olmayıp, her zaman için geçerli ve söz konusudur.

Ve artık uzun bir yolun sonunda Kabe’de yaptığım tavaf ve Merve ile Safa tepelerini say yaptıktan sonra ben de Allah kabul ederse “HACI” olmuştum.

Kutsal toprak olan Mekke şehrine hac vazifesini yerine getirmek için gelen milyonlarca müslüman ile o anı yaşamak mutluluğunu yaşadım.

Mekke’nin kayalardan oluşmuş yapısı, sert bir mizaca sahipmiş hissi veriyor ilk başta. Ama şehri yaşamaya ,ruhunu anlamaya başladığınız anda o sert mizaç yerini engin bir sevgiye bırakıyor..

Hz.Muhammed’in evine 1 kilometre uzaklıkta bir dağ. Cebel-i Nur adı. Yani ,Nur Dağı. Şimdi buradayız. Nur Dağı, o kadar dik ve kayalık ki; çıkmak ve inmek için çok dikkatli olmak gerekiyor. Nur Dağı bizler için önemli. Çünkü Peygamber Efendimiz’ e medeniyet ve ilim yolunda inen ilk vahiy olma özelliği taşıyan Alak Suresi’nin ilk ayetlerini Cebrail AS bu dağ üzerinde bulunan Hira Mağarası’nda bildirdi: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki; kalem ile yazmayı öğretendir. İnsana bilmediği şeyleri öğretendir.”

Dağa çıkarken beni çok etkileyen bir olay yaşadım. Çıkış esnasında yorulan insanlar bir taşın üstünde oturarak nefeslenir .Biz de bir ara öyle yaptık. Fakat otururken fark ettim, bir yaşlı dede. Elinde bastonu ile dualar okuyarak o kadar hızlı tırmanıyordu ki; dedeye bakakaldım.. O aşkı ,o sevgiyi yaşlı dedenin hızında ve sırtından akan terde gördüm..

Aslında daha neler neler yazabilirdi kalem kağıda, fakat ben yaşamaktan yazmaya ancak bu kadar fırsat bulabildim. Dilerim, yürekten isteyen herkes oraları gidip görme şerefine nail olur.